Yaratılışın ve varoluşun iki kutbu eril ve dişil güçler varoluşun tüm düzlemlerinde karşımıza çıkar ve yaşamın var olması, yaşamın ortaya çıkması ve devamı eril ve dişil güçlerin işbirliğine, birlikteliğine bağlıdır. Bu birliktelik olmaksızın hiçbir şey ortaya çıkmaz.

Bu birlikteliğin örnekleri tarih içerisinde farklı sembollerle ifade edilmiş ve gerek mitolojilerimizde, gerek masallarımızda gerekse çeşitli geleneklerde farklı semboller altında kendisini göstermiştir.

Yer ile gök, ateş ile su, gündüz ve gece, yin ve yang, Adem ile Havva, proton ve elektron, vs. tarzında ifade edilen semboller bize temelde yaratılışta var olan “eril ve dişil” ya da diğer adıyla pozitif ve negatif gücü anlatır. Pozitif ve negatif dediğimizde buna yüklemiş olduğumuz farklı anlamlar var. Bizim zihnimizde pozitif dendiğinde olumlu, negatif dendiğinde olumsuz bir çağrışım ortaya çıkıyor. Ama aslına bakarsanız yaratılış ancak pozitif ve negatif güçler denge halinde olduklarında mümkün olabilmektedir.

Demek ki yaratılış ya da varoluş ancak bu iki kutbun, eril ve dişil güçlerin işbirliği sonucu ortaya çıkmıştır. Bu ikili denge yaşamımızın her yanını sarmış vaziyettedir.

Bunlar birbirlerine karşıt güçler gibi görünmekle birlikte aslında biri olmadan diğeri var olamayan ve varoluşun ayrılmaz bütünlüğünü oluşturan iki yönüdür.

Modern uygarlığımız daha ziyade ataerkil yapısıyla “eril” gücü vurgulayan bir uygarlık olmuştur. Dünyadaki genel dengesizlik ve uygarlığımızın çeşitli yönleriyle bir çöküşün eşiğinde olması eril ve dişil güç arasındaki dengesizlikten ve bu dengenin daha çok eril güç leyhine bozulmasından kaynaklanmaktadır. Dengesiz biçimde geliştirilen teknolojiler ve doğal dengenin yıkımı aşırı eril niteliklere sahip toplumsal yapıdan ve böylesi bir zihniyetin vurgulanmasından kaynaklanmaktadır. Bugün acısını çektiğimiz sorunların çoğu eril gücün baskın hale gelmesinden ve böylece doğal dengenin bozulmuş olmasının sonucudur.

Doğanın ve kozmosun kendi düzenine baktığımızda aslında eril ve dişil güçlerin mükemmel bir denge halinde olduğunu söyleyebiliriz. Zaten varoluşun sürmesini sağlayan şey bu mükemmel denge halidir.

Buna maddesel düzeyde baktığımızda maddenin atomik yapısı eril ve dişil güçlerin dengesi üzerine kurulmuştur.

Biyolojik düzeyde ancak erkek ve kadın yani yine eril ve dişil güçlerin dengesi yaşamı devam ettirmektedir.

Eril ve dişil güçlere psişe ya da ruhsal düzeyde baktığımızda ise Jung’un “anima” ve “animus” olarak adlandırdığı “eril” ve “dişil” karakterleri görürüz. Aslında eril ve dişil güç hem erkekte, hem de kadında bulunan ve esas olarak denge halinde olması gereken iki enerjidir. Elbette doğal olarak erkekte “eril” yanın baskın olması ve kadınlarda ise “dişil” yanın baskın olması doğaldır. Ancak bunun belli bir dengeyi sürdürebilecek düzeyde olması çok önemlidir. Örneğin bir kadının “eril” yanının baskın olması “dominant teyze” dediğimiz tipi ortaya çıkarır. Erkekte “dişil” yanın dengesiz biçimde gelişmesi de aşırı feminen karakteri ortaya çıkarır. Burada ideal durum elbette her iki cins içerisinde hem eril hem de dişil yanın belli bir denge içerisinde olmasıdır.

Bu hususu aklımızın bir kenarında tutarak, şimdi “dişil” gücün ya da kadın olmanın yaratıcı yönünden bahsetmek istiyorum. Ve dişilliğin yalnızca kadınlara mahsus bir özellik olmadığını ve erkeklerin de dişil yanlarını geliştirmeleri gerektiğini ve dişil yanlarını geliştiren erkeklerin de daha yaratıcı olabildiklerini göstermek istiyorum.

Üst bir perspektiften baktığımızda elbette bunların hepsi birer sembolden ibaret, ama varoluşun dişil yönü yaratıcılığın önemli bir unsurunu teşkil ediyor.

Dişil yaratıcılıkta dişi olan taraf yaratılışa kendinden bir parça katar ve yavrusunu kendi kanıyla besler. Eril güç de yaratılışa katkıda bulunur, ama kendinden bir şey vermez. Dişi yavrusunu kendi ürettiği gıda ile besler ve yavrusunun gelişimini sağlar. Doğadaki bu örnekler dişinin yaratılışa katkıda bulunurken yaptığı fedakarlığı ve gerçek yaratıcılığı ortaya koyan örneklerdir. İşte bu yüzden her anlamda yaratıcılığa “dişil” bir nitelik yüklüyoruz.

Elbette eril gücü tablonun dışında bırakmamız mümkün olamaz. Ancak nasıl ki eril gücün dişil güce oranla “güç” avantajı varsa, dişil gücün de eril güce oranla “yaratıcılık” avantajı vardır.

“Yuvayı dişi kuş yapar.” özdeyişini hepimiz duymuşuzdur. Bu dişil gücün yaratıcılığını ve yapıcılığını ifade eden en güzel deyimlerden biridir. Ancak erkekler bundan alınmasın, çünkü erkekler de kendi içlerindeki “dişil” güçle daha fazla temasa geçtiklerinde çok daha yaratıcı ve yapıcı olmayı becerebilmektedirler.

Kişi kendi içindeki eril ve dişil enerjileri dengelediğinde ve her ikisini de kabullendiğinde bütün hale gelmiş demektir. Bu bütünlüğe ulaşıldığında sorun kalmaz. İnsanların yaşadıkları sorunların büyük bölümü kendi içlerinde var olan eril ya da dişil yanlardan bir tanesini bastırmaları ve reddetmeleridir. Bunu yaptığımızda bastırdığımız taraf bizim için “gölge” haline gelir ve onu başkalarına yansıtmaya başlarız. İşte o zaman “şu kadına bak, amma duygusal” ya da “şu adama bak ne kadar da kaba ve hoyrat” demeye başlarız. Bu özelliklerin bizi rahatsız etmesi kendi içimizde bastırmış olduğumuz eril ya da dişil yandan kaynaklanır.

Halbuki her iki tarafımızla barışıp bütünleştiğimizde işler çok daha kolay hale gelir. Ama bu bütünleşme ya da entegrasyon süreci biraz zaman alan ve bazen özel çalışmaları gerektiren bir süreçtir.

Eril gücün yaratılışa olan katkısı sadece anlıktır. Eril müdahale yumurtayı döller, ancak o yumurtayı döllenme öncesi ve sonrası besleyen, bakan ve büyüten dişil güçtür. Doğada bunun pek çok örneklerini görüyoruz. Zihinsel anlamda yaratıcılığa odaklandığımızda yine aynı şeyi görürüz: burada da eril ve dişil güçler iş başındadır. Buradaki eril güç aksiyonu başlatır. Örneğin bir fikri ortaya çıkarır. Sonrasında bunu besleyen ve büyüten yine dişil güçtür. Çünkü her yaratıcı fikir bir kuluçka devresi geçirir. Tüm yaratıcı dahiler işe basit bir fikirle başlar ve sonra onu kuluçkaya yatırırlar. İşte bu kuluçka sürecinde esas olarak dişil güç iş başındadır. Dişil güç o fikri besler, büyütür ve onun var olmasını sağlar. Aynen bir incinin karanlık sularda oluşması gibi. Sonra da gerçek yaşamdaki aile hayatında olduğu gibi “eril” güç yarattığı eserle övünür. :)))

Tüm yaratıcı dahilerin yaşamlarını incelediğimizde özellikle dahi olarak kabul edilen erkeklerin dişil yanlarının çok güçlü olduğunu görürüz. Onların yaratıcı olmalarının sebebi “sağ beyinlerini” iyi bir şekilde kullanabilmeleridir. Ve bu dahilerin dişil yanlarının bazen çok ileri gittiğini ve psikoseksüel anlamda da dişil bir karakter sergilediklerini görebiliriz. Kısaca, yaratıcılık büyük oranda dişil güce ihtiyaç duyar.

Var olan ve görünen her cisim içinde var olacağı bir boşluğa ihtiyaç duyar. Boşluk olmaksızın hiçbir şey var olamaz. Burada var olan maddeyi eril, boşluğuysa dişil güç olarak düşünebiliriz. Boşluk olmaksızın hiçbir şey var olamaz. İşte yaratıcılık için de her zaman boşluğa ihtiyaç duyarız. Zihnimizdeki fikirlerin ortaya çıkabilmesi için de bir boşluğa ihtiyacımız vardır. Boşluk olmaksızın hiçbir şey yaratamayız. İşte bu boşluk dişil gücü simgeler. Biz genellikle var olan üzerine odaklanır ve cisimlerin içinde var oldukları boşlukları görmezden geliriz. Ancak şunu unutmayalım ki atomun çok büyük bir bölümü boşluktan oluşur. Ve tüm atomlar aslında boşluk içerisinde devinen minicik parçacıklardan ibarettir. İşte bu yüzden tüm yaratıcı dahiler kendi zihinlerinde boşluk yaratır ve bu boşluğun içindekileri yaratırken bunu boşluğun gücünü kullanarak yaparlar. Boşluk olmadan hiçbir şey yaratamazsınız. İşte bu da bize dişil gücün ne denli önemli olduğunu gösteren bir başka örnektir.

Uygarlığımız genelde sol beyin niteliklerini vurgulayan ve tüketime yönelik bir toplum olarak koşullandırıldı. Bu dengesizlik eril özelliklerin daha baskın hale gelmesini körüklerken diğer taraftan dişil niteliklerin baskılanmasına ve dengesizliklere yol açmıştır. Böyle bir düzen içerisinde kadınlar bile bu düzene uyum göstermek için daha eril bir hale gelmişlerdir.

İçine girmekte olduğumuz yeni dönem eril ve dişil güçlerin dengeleneceği ve dişil yaratıcılığın layık olduğu yere oturtulacağı bir dönemdir. Bu bütünleşmenin ardından ortaya çıkacak birlik hali insanlığın yaşayacağı yeni çağın temel realitesi olacaktır.

Eril ve dişil güçler hakkında söylenebilecek çok şey var. Ancak bu yazımı şimdilik bu kadarıyla sınırlayarak gerisini okuyucuların düşüncelerine bırakıyorum.