Yaratıcılık Nereden Gelir?
Dr. Larry Dossey / Çeviren: M. Reşat Güner
İnternet sözlüğüm “yaratma” sözcüğünü “Daha önce var olmayan yeni bir şeyi vücuda getirmek” olarak tanımlıyor. Yaratıcı insanları genellikle büyük zorluklarla mücadele eden, orijinal ve yepyeni icatlar, müzikler veya sanat eserleri meydana getirmek için büyük çabalar sarf eden yalnız bireyler olarak hayal ederiz. Bir de yaratıcılık için önceden edinilmiş beceriler ve eğitimin şart olduğunu var sayarız. Aritmetik bilmeyen biri asla büyük bir matematikçi olamaz. Sağır bir insan muhteşem bir müzik eseri besteleyemez, klasik okumayan biri asla büyük bir düşünür olamaz vs.
Mantığa bakın…
Gelişim Psikoloğu Joseph Chilton Pearce, 30’lu yaşlarında, bir üniversitede beşeri bilimler üzerine ders verirken, teoloji ve Carl Jung psikolojisine dalmıştı. Pearce o dönemde Tanrı – insan ilişkisinin yapısına takmıştı ve bu konu üzerinde yoğun biçimde okuyordu. Bir sabah derse gitmeye hazırlanırken, 5 yaşındaki oğlu odasına geldi, yatağın kenarına oturdu ve Tanrı ve insanın yapısı üzerine 20 dakika süren bir konuşma yaptı.
Pearce bu olayı şöyle anlatıyor: “Duraksamadan veya acele etmeden, düz bir monotonlukla mükemmel kitap cümleleriyle konuşuyordu. Karmaşık teolojik terimler kullanıyordu ve bana bilinmesi gereken her şeyi söyledi. Dinledikçe aklım durdu, tüylerim diken diken oldu ve sonunda gözyaşlarımı tutamadım. Esrarengiz, açıklanamaz bir durumun orta yerinde kaldım. Oğlumun yuvaya gitme zamanı geldi, servisin kornası çaldı, kalktı ve gitti. Sinirim bozulmuştu ve dersime geç kaldım. Duyduğum şeyler müthişti, fakat benim için çok fazlaydı ve o ana kadar bildiğim tüm kavramların çok ötesindeydi. İçine düştüğüm boşluk öyle büyüktü ki, neredeyse hiçbir detayı hatırlayamadım ve sunduğu geniş panoramanın ancak küçük bir kısmını yakalayabildim… Anlattığı şeyleri benden almamıştı. Onun anlattığı gibi bir anlayışa hiçbir zaman ulaşabilmiş değildim. Bu ancak 50’lerimin ortalarına geldiğinde mümkün olacaktı ve öncesinde epeyce meditasyon yapmam gerekecekti. Oğlum bu olaya ait hiçbir anıya sahip değil.”
Bu tip olaylar yaratıcılık ile ilgili derin soruları açığa çıkarır. Yaratıcılığı mümkün kılan bilgelik nereden gelir?
Werner Heisenberg ve Niels Bohr’un çağdaşı, tanınmış Alman fizikçi Baron Carl Friedrich von Weizsacker, bilimdeki yaratıcılık hakkında derin biçimde düşünüyordu. Büyük bilimsel keşiflerin ardında “Genellikle rahatsız edici ve mutlu bir deneyim buluruz: ‘Bu ben değilim; bunu ben yapmadım.’ Aslında bir bakıma o benim; fakat ego değil, daha kapsamlı bir benlik.” demişti.
Bu “daha kapsamlı benlik” nedir? Bunun mekan ve zaman içinde, tüm enformasyonun yerleştiği mekansız ya da sınırsız bir bilinç alanı olduğunu öne sürüyorum. Bu, tarih boyunca çeşitli isimlerle anılmıştır: Kaynak, Mutlak, Tanrı, Tanrıça, Allah, Evren vb. Benim favori terimim tüm bireysel zihinlerin bir araya gelmesiyle oluşan “Birlik Zihni”dir. (One Mind)
Bu evrensel, bölünmez bilinç çok eski bir fikirdir. Bu terim 19. yüzyıl’da Amerika’da ortaya çıkan transandantalizm (aşkıncılık) felsefesinde çarpıcı bir biçimde kendini göstermiştir. Bu fikrin önde gelen temsilcisi Ralph Waldo Emerson şöyle yazar:
“Tüm insanlar için ortak tek bir zihin vardır. Bir insan Eflatun’un düşündüğü şeyi düşünebilir; bir azizin hissettiklerini hissedebilir; herhangi bir anda herhangi bir insanın başına gelen şeyi o anlayabilir. Bu evrensel zihne erişen kişi var olan ya da yapılabilecek her şeyin bir parçası olur. Çünkü bu tek ve egemen amildir.”
Emerson bu tek, evrensel zihni “Bütünsel Varlık” (Oversoul) olarak adlandırır.
Birçok büyük bilim adamı prensipte Emerson ile aynı fikirdedir. Nobel ödüllü fizikçi Erwin Schrödinger, “…zihinlerin ya da bilincin birliği. Onların çokluğu sadece görünürdedir, gerçekte yalnızca tek bir zihin vardır.” diye itiraf eder. Tanınmış fizikçi David Bohm da aynı fikri paylaşır: “Bilincin derinliklerinde insanoğlu tektir. Bu asli olarak kesindir ve bunu göremeyişimiz kendimizi körleştirmemizden dolayıdır.”
Sistem teorisyeni, piyanist, 75 kitabın ve 400’den fazla makalenin yazarı Ervin Laszlo, yaratıcılık hakkında şöyle söylüyor:
“Olağandışı yaratıcılık sergileyen insanların zihinlerinin, yaratıcı sürecin içerisinde, bilinçli olarak olmasa da, doğal ve direk yoldan diğer zihinlerle etkileşim halinde olması yüksek bir olasılıktır.”
Bu perspektifte, Birlik Zihni, yeni bir fikri formüle etmek, bir sonat bestelemek ya da bir sanat eseri yaratmak isteyen insanların ihtiyaç duyabileceği tüm bileşenlerin Kaynağı olarak işlev görebilir.
Kaynağa ulaşmak pek çok yaratıcı insanın hedefidir. John Briggs, yaratıcılık hakkındaki takdire şayan kitabı, Fire in the Crucible (Potadaki Ateş)’de söylediği gibi:
“Yaratıcı dahilerde, evrensel ve bireysel, kişisel ve kişisel olmayan, parça ve bütün arasındaki bir kimliği davet etmeyi mümkün kılan kadim bir algılama hali oldukça yaygındır. Bu, yaratıcı sürecin tüm düzeylerinde tomurcuklanır ve yaratıcı vizyona egemen olur. (Onların) birçok ruh hali ve anlamlarında, (yaratıcı bireyler) bütünlük ve kişisel / evrensel kimliğin arayışındadırlar. Onlar Kaynağı ya da diğer bir deyişle Birlik Zihni’ni aramaktadırlar.
Orijinalliğe, bireyselliğe ve mülkiyet hakkına önem veren birçok kişi bu senaryodan pek hoşlanmayabilir. Buradaki problem şudur: Eğer tüm zihinler birbiriyle temas halindeyse ve ortak bir bilgi havuzunu paylaşıyorlarsa övgüyü hakeden kimdir? Eğer fikirler belirli kişilere ait olarak kabul edilmiyorsa orijinallik ve bireysel başarı ne ifade eder? Başarı kimin onurudur? Nobel ve Pulitzer ödülleri askıya mı alınmalı? Bu ödülleri alan kişiler bunları iade mi etmeli?
Başka bir kısım insanın bununla problemi yok gibidir. Romancı Joseph Conrad bütünle olan bağlantısını açıkça ifade etmektedir. Bunun hakkında “tüm yaratılışla kardeşliğin saklı hissi -ve süptil fakat sayısız kalplerin yalnızlığını bir araya getiren dayanışmanın sarsılmaz inancı.” diye yazmıştır. Ressam Piet Mondrian sanatçının bireysel benlikten daha büyük bir şeyle birlikteliği hakkında konuşurken, “Sanatın evrensel ruhu yalnızca evrensel ve bireysel olanın gerçek bir denklemi tarafından yaratılabilir.”
Sanatçı Paul Klee bütünün parça aracılığıyla konuştuğunu şöyle ifade eder: “[Sanatçının] durumu naçizliktir. O yalnızca bir kanaldır.” Psikolog Erich Fromm Klee’nin görüşünü tasdik eder. Fromm yaratıcı insanlar hakkında şunları söyler:
“(Yaratıcı) bir nesne olarak kendine tutunmaktan vazgeçmelidir ve kendini yalnızca yaratıcı tepkinin süreci içinde deneyimlemeye başlamalıdır. Çelişkili biçimde kendisini süreç içinde deneyimleyebilirse kendisini kaybeder. Kendi kişiliğinin sınırlarını aşar ve tam ‘Ben’im’ diye hissettiği anda aynı zamanda ‘Ben sen’im, ben tüm dünyayla birim,” diye hisseder.
Pearce’in 5 yaşındaki oğlu Bütünsel Zihine girmiş ve kozmik çorbaya dalarak, tam zamanında ihtiyacı gideren bir bilgiye ulaşmış gibi görünmektedir. Bilgi, spontane ve davetsiz bir biçimde bir lütuf olarak gelmiştir. Fakat bu yaratıcı sürecin içinde hazırlığın ve yeteneklerin önemsiz olduğu anlamına gelmez. Yaratıcı buluşlar spontane olmakla birlikte bu ancak kapıyı açık tuttuğumuzda ve süreci desteklediğimizde yardımcı olur. Batı Afrika’daki Fulani kabilesi bu iç görüyü genel bir prensibe taşımıştır: “Tanrı kuyruksuz bir ineğin sineklerini kovmaz.”
Yaratıcılığa açılan kapı meditasyon, hayal kurma ya da rüyalar sırasında aralanır. Bu hallerde zaman ebedi bir şimdi olarak algılanır; geçmiş, şimdi ve geleceğin bölünmüşlüğü her şeyi kapsayan şimdinin içinde erir. Bu hal içinde yalnızca zamanın bölünmüşlüğü değil, aynı zamanda insanlar ve nesneler arasındaki bölünmüşlük de kaybolur. Bu deneyim şaşırtıcı derecede yaygındır. Bu hal, etkileyici bir müzik, yeni pişmiş ekmeğin kokusu ya da gece yarısı havlayan bir çakal sesiyle donup kaldığımızda spontane biçimde ortaya çıkar. Böyle anlarda, eğer kader yüzümüze gülerse, Pearce’in bir an için “bilinmesi gereken her şeyi söyleyen” 5 yaşındaki oğluna dönüşebiliriz.