Noosfer ve Ekolojİk Denge

“Şu an yüzyüze olduğumuz problemlerin hiçbir tanesi tek yönlü indirgemeci çözümlerle savuşturulabilecek bir nitelikte değildir. Noosferdeki ekolojik kirliliği ortadan kaldırmadıkça çevresel anlamda ekolojik bir dengeye kavuşmak pek mümkün değildir.”

Çevre kirliliği ve ekolojik dengenin bozulması giderek artan bir yüzdeyle gündemimizi işgal ediyor. Bu konuyla ilgili olumsuz haberleri giderek daha sık duyar hale geldik. Şu anki önlemlerin bu olumsuzluğu giderip gidermeyeceği tartışma konusu. Ve görünüşe bakılırsa nüfus artışı ve içinde bulunduğumuz sosyo ekonomik koşullarda önümüzdeki manzara pek de iç açıcı değil gibi.

Biyosfer yani canlı kürenin çok nazik bir ekolojik dengeye sahip olduğunu hepimiz biliyoruz. Ve bu denge bozulmaya başladığında sonuçları oldukça ağır oluyor. Aynı şey bizim organizmamız için de geçerli. Her canlı sistem kendi içerisinde bir ekolojik dengeye sahip. Bu elbette içinde yaşadığı sistemle de bağlantılı. Yani her canlı hem kendi başına bir ekolojik sistem,  hem de içinde yaşadığı ekolojik sistemin bir parçası.

Dünya aslında birbirinden ayrılamayan ve birbiriyle yakın etkileşim içerisinde bulunan iç içe kürelerden ibaret bir bütün. Örneğin dünyamızı saran hava küreye “atmosfer” canlıların oluşturduğu sisteme ya da canlı küreye “biyosfer” adını veriyoruz. Bu küreler de hem kendi içinde bir bütün, hem de hepsi birlikte büyük bir sistemi oluşturuyor.

Şimdi bu “sfer”lere ek olarak son zamanlarda çeşitli düşünürlerin ifadeleri içerisinde rastladığımız ilginç bir kavram var: “noosfer”; bu da “zihin küre” anlamına geliyor. Yani tüm insanlığın oluşturduğu düşünce, fikir ve kültür birikiminin oluşturduğu bir bütün. Ve aynı zamanda şu an yaşamakta olan insanların zihinlerinde bulunan her şeyin oluşturduğu kolektif bir alan.

Noosferi de canlı bir sistem olarak kabul etmekte bir sakınca görmüyorum. Ve tabii ki her canlı sistem gibi noosferin de kendine göre bir ekolojik dengesi var. Ve bana göre noosferdeki çevresel kirlilik ve ekolojik dengesizlik belki de biyosferdekine oranla çok daha vahim durumda.

Şimdi “noosfer” ya da zihin küre kavramını çeşitli yönleriyle biraz inceleyelim. Öncelikle bireyden başlayalım. Her birimiz birey olarak bir zihne sahibiz. Yani bir iç yapımız var. Bu iç yapımızın oluşumu çok yönlü bir birikim sonucu oluşuyor. Yani zihinsel yapımız içinde yetiştiğimiz kültürel çevre ve sonrasında da kendi seçimlerimiz sonucunda şekilleniyor ve gelişiyor. Tüm davranışlarımız ve eylemlerimiz zihnimizde yerleşmiş bulunan çeşitli programların sonucu olarak ortaya çıkıyor. Yani dış yapımızı yönlendiren unsur içsel yapımız.

Hepimiz bir toplum içinde yaşıyoruz. Yani içinde yaşadığımız sosyal bir sistem var. Ve bu sosyal sistemin yani toplumun da kendine göre bir iç yapısı var. Buna da kısaca kültür ismini veriyoruz. Bu dört temel unsur –bireyin içi ve dışı, toplumun içi ve dışı- bizim içinde yaşadığımız gerçekliğin temellerini oluşturuyor.

Günümüzde artan iletişim olanaklarıyla birlikte tüm kültürler birbirleriyle iletişime geçebiliyor ve birbirlerinden kolayca haberdar olabiliyor. İşte bu durum noosferde çok hızlı, çok dinamik, tahmin edilemez, sözcüğün en geniş anlamıyla “ kaotik” değişimleri beraberinde getiriyor.

Her birimiz noosfer ile çift yönlü etkileşim halindeyiz. Yani hem ona bir şeyler katıyor hem de ondan etkileniyoruz. Noosfer kavramı ilk bakışta gözle görülmez ve soyut bir kavram gibi görünüyor. Ancak hiç de öyle değil. Çünkü hepimizin zihni onun bir parçası. Ve üstelik de noosferin somut yansımalarını her an her yerde görmek mümkün ve bunu takip etmek şimdi çok daha kolay. Çünkü şu an hiçbir devirde sahip olmadığımız bazı iletişim olanaklarına sahibiz. Uydudan yayın yapan TV ve radyo kanalları bir yana şimdi internetimiz var. Ve internet noosferin tam bir modeli. Çünkü internette hem değişim var hem de birçok şey şey yerli yerinde duruyor. İstediğiniz anda istediğiniz şeye tekrar tekrar ulaşabilme şansınız.var. Ve şimdi noosferin ne durumda olduğunu görmek istiyorsanız, Televizyonunuzu  açın ya da internete girin. Ve noosferin ekolojisinin ne durumda olduğunu anında görün.

Noosferdeki etkileşimler elbette somut olanlarla sınırlı değil. Biz farkında olalım ya da olmayalım bilinçdışı düzeyde onunla sürekli irtibattayız. Yalnızca duyularımız kanalıyla değil, duyular dışı yollardan da noosfere bağlıyız ve onunla sürekli etkileşim halindeyiz.

Psikolojinin babalarından Carl Gustav Jung bunu “kolektif bilinçdışı” olarak adlandırmıştı. Onun gözlemlerine göre kolektif bilinçdışı insanlığın tüm kültürel mirasını ve insan psişesine yön veren “arşetipleri” içinde barındıran bir alandı.

Dünya’da kendi ellerimizle yarattığımız ekolojik dengesizlikleri hepimiz biliyoruz. Eğer şu an dünyada insanlar yaşamasa doğanın içerisinde herhangi bir dengesizlik söz konusu olmayacağını da. Ama Dünya Ana olanca fedakarlığıyla bizi bağrına basıyor ve ne yaparsak yapalım biraz daha dişini sıkıp bize katlanıyor. Bunun nereye kadar gideceğini şu an bilmiyoruz. Ama dünya da kendi biyosferiyle canlı bir sistem olduğuna göre onun da kendi kendini iyileştirme potansiyeli var. Tabii bu iyileşme, ne pahasına olur onu şimdilik bilmiyoruz.

Bizim şimdiki sorumluluğumuz bence noosferde acil bir ekolojik denge oluşturmak üzerinde odaklanmalıdır. Çünkü aslında “zeki” (!) varlıklar olarak büyük ölçüde kontrolümüzde olan tek bölge orası.

Bu işe de herhalde kendi içimizdeki ekolojik dengeleri kurarak başlamakta yarar var. Çünkü dünyanın ekolojik dengesizliği doğal düzenin dışına çıkılması sonucunda ortaya çıkıyor. Ve aynı doğal denge bizim içimizde de saklı. Ancak kendi doğamızdan uzaklaştıkça kendi bireysel sistemimiz içerisindeki ekolojik dengeyi de bozuyoruz. Bu da psikolojimizden tutun bedenimize varıncaya kadar sistemin pek çok noktalarda aksamasına yani hastalıklara yol açıyor.

Bu konu çok uzun bir biçimde irdelenebilir. Ancak ben bu yazıyı yalnızca bir giriş olarak kabul ediyorum ve sözü fazla uzatmadan sonuca bağlamak istiyorum. Şu an yüzyüze olduğumuz problemlerin hiçbir tanesi tek yönlü indirgemeci çözümlerle savuşturulabilecek bir nitelikte değildir. Eğer bir değişim söz konusu olacaksa bunun içten dışa doğru olması hem daha doğal hem de daha etkili olacaktır. Yalnızca sosyo-ekonomik çözümler, yalnızca çevresel önlemler kısacası yalnızca materyal operasyonlar tek başına hiçbir sorunumuzu halledemez. Noosferdeki ekolojik kirliliği ortadan kaldırmadıkça çevresel anlamda ekolojik bir dengeye kavuşmak pek mümkün değildir.

Düşüncelerimiz gerçek anlamda bir güce ve enerjiye sahiptir. Herhangi bir şekilde ifade edilmeyen düşünce ve duygular bile noosferi etkilemektedir. Burada metafizik bir şeyden söz etmiyorum. Şu an fizik düzeyde gördüğümüz her şey bir zamanlar birilerinin zihinlerindeki hayallerden ibaretti. Düşüncenin enerjisinin çok minik bir güce sahip olduğunu düşünebilirsiniz. Ancak sistemimiz kaotik çalıştığı için çok minik etkiler zincirleme etkileşimlerle sistemin başka bir yerinde büyük bir olaya sebep olabilir. Ve fizikteki rezonans kanunu daha üst düzey etkileşimler için de geçerlidir. Yani noosfer içerisinde benzer enerjiler benzerlerini çekmekte ve böylece çeşitli kümeleşmeler halinde enerji birikimleri olmaktadır. Bu biriken enerjiler daha sonra kendilerini fizik düzeyde ifade etmekte ve hepimizi birden etkilemektedir.

İnsanlık olarak öncelikli sorunumuz noosferimizdeki ekolojik dengenin bir şekilde düzenlenmesidir. Bunun reçetesi ise yüzyıllardır varolan bilgelik dolu öğretiler içerisinde defalarca anlatılmış durumda. Üstelik şimdi bütün bunların sentezini yapma şansımız da var. Yeter ki isteyelim.

Yalnız elimizi biraz çabuk tutsak iyi olacak. Çünkü Dünya Ana’nın kendi kendini iyileştirmesi ne pahasına olur bilmiyoruz…