Günlük yaşam içerisinde duygusal haletimiz sürekli olarak değişir. Çoğunlukla kendi dışımızda gelişen olaylara karşı kendi içimizden çeşitli tepkiler oluştururuz. Ve gördüğümüz, duyduğumuz, yaşadığımız her şey bizim üzerimizde farklı hisler meydana getirebilir. Davranışlarımız da genellikle bu duyguların ya da hislerin etkisine bağlı olarak çeşitli tepkiler tarzında ortaya çıkar. Bu tepkileri dışımıza çeşitli biçimlerde yansıtabildiğimiz gibi bazen de yalnızca kendi içimizde tutarız. Ama her ne olursa olsun algıladığımız her şey bizde az ya da çok bir tepki oluşturur. Bu tepkiler bilinç düzeyine ulaşabildiği gibi bazen de sadece bilinçdışı düzeyde kalır. Yani etrafımızda bir şeyler olur, biz onun farkına varmayız, ama kendimizi bir anda iyi ya da kötü hissederiz.
Duygularımızı fiziksel açıdan incelediğimizde onların bedenimizdeki çeşitli kimyasal ve fiziksel değişimlerin sonucunda meydana gelen farklılıkların kinestetik duyumuz aracılığıyla hissedilmesi olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin sizi sıkan ya da üzen herhangi bir olay yaşadığınızda ya da daha önce yaşamış olduğunuz bir olayı aklınıza getirdiğinizde zihninizde ortaya çıkan imgeyle birlikte bedeninizdeki pek çok mekanizma harekete geçer. Bunun sonucu olarak da genellikle karın ve göğüs bölgesinde, bazen de bedenin başka bölümlerinde sıkıntı verici bazı duygular ortaya çıkar. Bu duyguyu hissettiğimiz anda aslında iç organlarımızda gerçek anlamda bazı kasılmalar ya da gerilmeler olmaktadır. Yani bizim hissettiğimiz duygu bedenimizde enerjetik anlamda meydana gelen bir değişikliktir aslında. Ama bu yalnızca bir sonuçtur. Çünkü ilk hareketi başlatan şey zihnimizde ortaya çıkan imgedir. Ancak zihnimizde ortaya çıkan herhangi bir imge aslında yalnızca bir imgeden ibarettir. Yani başlı başına pozitif ya da negatif bir etkiye sahip değildir. Bu imgenin pozitif ya da negatif yönde bir his meydana getirmesi için ona bir anlam yüklenmesi gerekir. Bu durumda olayı basit biçimde şöyle bir denklemle açıklayabiliriz:
Zihnimizdeki imge + ona yüklenen anlam = pozitif ya da negatif bir his.
Burada görülebileceği gibi anahtar bileşen zihinde ortaya çıkan şeyin kendisi değil bizim ona yüklemiş olduğumuz “anlam”dır. Çünkü duygusal tepkiyi tetikleyen unsur o olaya yüklemiş olduğumuz anlamdır. Bunun örneklerine gündelik yaşantımız içerisinde çok sık rastlarız. Aynı olayı yaşayan çeşitli insanlar o olaya karşı hem içsel hem de dışsal olarak çok farklı tepkiler gösterirler. Çünkü o olayın anlamı herkes için çok farklıdır. Hatta kendi yaşantımız içerisinde bile yaşımız ilerledikçe aynı olayların bizim üzerimizde çok farklı etkiler meydana getirdiğini gözlemlemişizdir.
Burada özellikle dikkat çekmek istediğim nokta duyguların tamamen kendi üretimimiz olduğu meselesidir. Kendi dışımızda bir gerçeklik var. Yani kendi dışımızda bir şeyleri görüyor ve duyuyoruz. Peki o anda hissettiklerimiz nereden geliyor? Yani o gördüğümüz şeyin bizim içimizde direk olarak bir his meydana getirmesi mümkün müdür? Bir ateş gördüğünüzde ona yaklaşırsanız sıcaklığını hissedersiniz. Ama yolda yürürken birisinin başka birine bir tokat attığını gördüğünüzde hissettikleriniz nereden gelir? Ya da sizi etkileyen herhangi bir olayı gördüğünüzde hissettikleriniz o olayla fizik anlamda direk olarak ilişkili midir? Elbette değildir. Çünkü gözleriniz kapalı da olsa ateşin sıcaklığını hissedersiniz. Ama gözleriniz kapalıyken ya da olanlarla ilgili herhangi bir ses duymazken etrafınızda olanlarla ilgili bir şey hissedemezsiniz. Bu da gösteriyor ki bir şeyleri algıladığımızda onlara yüklediğimiz anlamlar doğrultusunda hisleri kendi kendimize üretiyoruz.
(Burada konuyu belli bir nokta üzerinde odaklamak istediğimden hassas insanların görme ya da duyma olmaksızın hissettiği duyular dışı algılamaları hariç tutuyorum.)
Zihnimizin içerisinde hiçbir zaman durmayan bir hareket vardır ve zihnimiz sürekli olarak çeşitli imgeler ve hisler üretir. Bunların çoğu zaman farkına varmıyoruz. Ve aynı zamanda zihnimizde tamamen otomatik biçimde an be an değişen imgelerin içimizde nasıl sürekli olarak duygular ürettiğini de fark etmiyoruz. Ama sürekli devam eden bu faaliyet bizim tüm yaşamımızı etkiliyor. Çünkü kararlarımızı ve seçimlerimizi içinde bulunduğumuz ruh haline uygun biçimde yapıyoruz. Yaptığımız tüm eylemlerin öncesinde mutlaka bir karar vermemiz gerekiyor. Ve içinde bulunduğumuz ruh hali bizim iyi ya da kötü kararlar vermemize sebep oluyor. İşte bundan dolayı yaşamımızı daha iyi bir biçimde kontrol altına alabilmek için ruh halimizi kontrol etmeye ihtiyacımız var.
Kendimizi Kötü Hissetmeyi Nasıl Öğrendik?
Şu an hem zihinsel hem de fiziksel olarak yaptığımız her şeyi yaşamımızın belli bir bölümünde tek tek öğrendik. Konuşmayı, belli sözcüklerle o sözcüklerin simgelediği anlamları tek tek öğrendik. Şu an yaptığımız hareketlerin her birini tek tek öğrendik. Ve tabii ki belli durumlarla belli hisleri birleştirmeyi de öğrendik. Böylece belli şeyler gördüğümüzde ya da duyduğumuzda belli şeyler hisseder hale geldik ve sonradan bu oluşturduğumuz programları sürekli kullandıkça bunlar otomatik hale geldi ve daha fazla kullandıkça daha derin izler meydana geldi. Kısacası bunlar alışkanlık halini aldı. Yukarıda belli duygu hallerine bedenimizdeki belli kimyasal değişimlerin eşlik ettiğini vurgulamıştık. Büyüme ve yaşlanma süreci içerisinde kendimizi kötü hissetme alışkanlığı yetmezmiş gibi bir de bedenimizde ürettiğimiz belli kimyasalların da bağımlısı haline geldik. Bu şartlanmaların sonucunda hislerimiz tamamen dış şartlara bağlandıkça kendimizi mutlu hissetmek için de dışımızda belli şeylerin olması gerektiğine şartlandık ve “mutlu olmak için şunların olması gerek” diye bilinçdışı bir inanç oluşturduk. Çocukluğumuzun erken dönemlerindeki koşulsuz mutluluk hissini kaybettik. Halbuki o zamanlar kendimizi mutlu ve sevinçli hissetmek için hiçbir dış etkene ihtiyacımız yoktu. Çünkü mutluluk ve sevinç bizim doğal halimizdi. Aslında yine öyle. Ama şimdi bunu engelleyen bir inanca sahibiz: “mutlu olmak için şunların şöyle olması lazım.” O halde şimdi sorumuzu bir daha soralım:
Kendimizi Kötü Hissetmek Zorunda mıyız?
Bu soruyu hem “evet” hem “hayır” diye yanıtlayabiliriz.
“Evet,” çünkü kendi içimizde uzun yıllar boyu meydana getirmiş olduğumuz otomatik duygu ve düşünce alışkanlıkları bizi belli durumlarda belli hisleri deneyimlemeye yönlendirir. Yani aynı şeylerin defalarca tekrarlanması sonucu beynimizde oluşmuş bulunan nörolojik bağlantılar bizim belli durumlarda belli tepkiler vererek belli şeyler deneyimlememize sebep olur.
“Hayır,” çünkü aslında bütün bu mekanizmayı tersine çevirme ve ne olursa olsun daha potizif hisleri deneyimleme seçeneğimiz her zaman var. Bunun ilk adımı dikkatimizi zaman zaman kendi içimize yönelterek hangi durumlarda kendimizi nasıl hissettiğimizi gözlemlemektir. Böylece dış dünyada algıladıklarımız karşısında içimizde an be an değişen hislerin farkına varmış ve onları tanımış oluruz.
Örneğin şimdi şunu deneyebilirsiniz. Bir an için gözlerinizi kapatın ve tanıdığınız çeşitli insanları sırayla düşünün. Her birisi için belli bir süre ayırın ve o kişinin görüntüsünü ve sesini mümkün olabildiğince net bir biçimde zihninizde canlandırın. Ve her bir imgenin içinizde nasıl farklı duygular uyandırdığına dikkat edin. Aynı şeyi yaşamınızın çeşitli dönemlerinde yaşadığınız, zihninizde iz bırakan olaylar için de uygulayabilirsiniz. Her olayı zihninizde canlandırdığınızda kendi içinizde an be an değişen hislere dikkat edin.
Aynı biçimde dikkatinizi çevrenizde görebildiğiniz çeşitli objelere ya da olaylara yöneltebilir ve her gördüğünüz şeyin kendi içinizde nasıl farklı hisler oluşturduğunu izleyebilirsiniz.
Bu gözlemleri günlük yaşam içerisinde sürdürerek kendi içinizde neler döndüğünü yavaş yavaş anlamaya başlayabilirsiniz.
Elbette duygularınızı tam anlamıyla kontrol altına almak ve onları her durumda pozitife yönlendirmek epeyce bir zaman çeşitli yöntemler kullanarak gerçekleştirilebilecek uzun vadeli bir süreç. Ancak bu yolda atılacak ilk adım, duyguları yönetmenin ve onları bizi pozitif yönde motive edecek biçimde düzenlemenin mümkün olduğunu bilmektir. Duyguların bizim kendi üretimimiz olduğunu fark ettiğiniz ve bunları kontrol edebileceğinize inandığınız anda en azından böyle bir olasılığa karşı açık olabilir ve yavaş yavaş onları daha pozitif ve daha yüksek bir düzeye doğru yönlendirebilirsiniz.