“Neden ortalıkta bol miktarda Mozart’lar, Einstein’lar, Balzac’lar dolaşmıyor? Eğer herkes kendi varlığında potansiyel yaratıcılık yeteneğine sahipse bizi bundan alıkoyan ve bu yönde gelişmemizi engelleyen şey nedir?”
Çevrenize baktığınızda görebildiğiniz şeylerin çoğu yaratıcılık sonucunda ortaya çıkmıştır: kitaplar, binalar, makineler, bilgisayarlar, mobilyalar, yollar, televizyonlar, uçaklar, müzik, resim, edebiyat… Bu liste sonsuza kadar gider. Tüm bu şeyler bir zamanlar birilerinin zihnindeki rüyalardan ibaretti. Şimdi ise gerçekler. Bu gerçekten de sihirli bir şey. Tüm bunları mümkün kılan şey ne? Nasıl ortaya çıktılar?
Einstein sık alıntılanan meşhur sözünde “İmgeleme bilgiden daha önemlidir.” demişti. Bu söz imgeleme olmaksızın bilginin işe yaramaz olduğunu açıkca ima etmektedir. İmgeleme bilgiye can veren bir süreçtir ve yaratıcılıkla birlikte değişimin, adaptasyonun ve evrimin ardındaki itici güçtür. İnsan yaratıcılığı yeni olasılıkların ve umudun, rüyaların, eylemlerin ve başarıların kaynağıdır. Aynı zamanda belirsizliğin ve güvensizliğin de kaynağıdır. İmgeleme ve yaratıcılık birçok problemlerimizin çözümü olduğu gibi aynı zamanda kaynağıdır da.
Yaratıcı süreci geliştirmek ve yönetmek için her insanın aşması gereken bazı engeller var. Yaratıcılık bireysel bir şeydir. Hepimiz yaratıcı olmayı kendimize göre öğrenir ve yaratıcı olduğumuz durumlarda bunu nasıl yaptığımızı bilmeyiz. Bugün birey olarak yaptığımız şeylerin çok büyük bir kısmını küçük yaşlardayken birer birer öğrendik. Doğduğumuzda bunların hiçbirisini bilmiyorduk. Bunları öyle bir öğrendik ki, nasıl öğrendiğimizi hatırlayamadığımız gibi, bunları nasıl yaptığımızı da bilmez hale geldik. Kısacası yaptığımız pek çok şeyi bilinçdışı olarak yapıyoruz. Ancak bilinçdışı olarak yapıyor olmamız bunların öğrenilmediği ya da bundan sonra öğrenilemeyeceği anlamına gelmiyor.
Bilinçdışı İnançlar ve Seçimler
Neden ortalıkta bol miktarda Mozart’lar, Einstein’lar, Balzac’lar dolaşmıyor? Eğer herkes kendi varlığında potansiyel yaratıcılık yeteneğine sahipse bizi bundan alıkoyan ve bu yönde gelişmemizi engelleyen şey nedir?
Bilinçaltının derinliklerinde yeteneklerimiz ve sınırlarımız hakkında birçok inançlar bulunur. Bunlar deneyimlerimiz tarafından da doğrulanmaktadır ama doğru oldukları için değil öyle olduklarına inandığımız için. Sahne hipnozcularının uygulamış oldukları bazı gösterileri hepimiz izlemişizdir. Örneğin hipnotik transta bir kişiyi önünde bir duvarın olduğuna inandırırlar ve o kişi o noktaya geldiğinde aynen duvara toslamış gibi kalır. Ya da başka telkinlerle o kişi normalde yapamayacağı şeyleri yapabilir hale gelir vs.
İşte aynen buna benzer biçimde içinde yaşadığımız kültürün bizim içimizde oluşturduğu bir sürü inançlar vardır. Her birimiz içinde yaşadığımız kültür tarafından hipnotize ediliriz. Ve buna inandığımız müddetçe bu koşulların dışına çıkabilmemiz pek mümkün olmaz. Bir süre bunlara alıştıktan sonra bu sınırların dışına çıkmayı isteyemez hale geliriz. Çünkü bu şartlar içerisinde kalmak bize daha güvenli gelir.
Ancak tarih yüzlerce kez göstermiştir ki, insani sınırlar hakkındaki popüler inançlar değişebilmektedir. Bir zamanlar asla yapılamaz olarak görülen şeyler günü geldiğinde sıradan biçimde herkes tarafından yapılabilir hale gelmiştir.
İnançların üzerimizdeki etkisi algılamayla başlar. Günlük yaşamda duyularımız üzerine çarpan uyaranların çok küçük bir kısmı farkındalık alanımıza ulaşır. Çünkü içsel bir gözlemci ya da bir mekanizma bilinçdışı olarak girdileri seçer, ayıklar ve onun süzgecinden geçmeyen hiçbir şey farkındalık alanımıza ulaşmaz.
Bazen evde kaybettiğimiz bir şeyi ararız. Ancak aradığımız şey bulmayı beklemediğimiz bir yerde durmaktadır. Oraya bakarız, fakat baktığımız halde o cismi görmeyiz. Sonra yanımıza bir başkası gelir ve “Kör müsün, işte gözünün önünde duruyor.” der. Bunu hepimiz yaşamışızdır. Bunun sebebi yanımıza gelen kişinin bizim baktığımız yere ön yargısız bir şekilde bakmasıdır. Ve işin en komik yanı bizim bu ön yargının asla farkında olmayışımızdır. Kısacası algıladıklarımız duyu organlarımızın algıladığından çok bizim algılamayı beklediğimiz şeydir.
Yaratıcı olmadığınızı mı düşünüyorsunuz? Bazı işleri yapabilmek için yeterince zeki olmadığınızı mı? Yoksa bazı şeyleri yalnızca dahilerin mi yapabileceğini? Eğer zihninizde bu tür inançlar varsa oyunu baştan kaybediyorsunuz demektir. Çünkü herhangi bir şeye yeteneğiniz varsa bile bu tip sınırlayıcı inançlarla o yeteneğinizi de baştan köreltmiş olursunuz. Aynen hipnoz altında şöyle ya da böyle olduğuna inandırılan insanlar gibi… Kendi kendinizi hipnotize ettiğiniz için o andan itibaren ne yapsanız bir ilerleme kaydedemezsiniz.
Yaratıcılığın Kaynağı: Bilinçdışı
Hepimizin bilinçdışı ya da bilinçaltı çok büyük bir yaratıcılık potansiyeliyle dopdoludur. Çünkü bilinçdışı aynı zamanda kolektif zihin alanına açılan kapıdır. Ve insanlığın kolektif zihin alanı aynen internet ağı gibi pek çok bilgilerle ve imgelerle doludur. Ancak bu alandan bir şeyler çekebilmek için zihnimizde onları ifade edebileceğimiz imgeler ve araçlar bulunmalıdır. Eğer bu araçlardan yoksunsak bilinçdışında bulunan o büyük potansiyel kendisini ifade edecek bir yol bulamaz ve açığa çıkmamış bir halde kalıp gider.
Yüksek düzeyli yaratıcılığa açılan kapı bilinçdışından geçmektedir. Bilinçdışında bugüne kadar edindiğimiz tüm deneyimlerin özleri bulunur. Ve orası gerçekten çok büyük bir kaynaktır. Ancak bu kaynağa kendisini ifade etme imkanı sağlamak için beynimizde buna uygun bir alan oluşturmak yaratıcı bireyler olma yolunda atılacak adımların başında gelir.
Yaratıcı insanların yaşamlarına baktığımızda en büyük eserlerini bilinçlerinin fazla bir müdahalesi olmaksızın çok hızlı bir şekilde yarattıklarını görürüz. Özellikle sanat alanında yüksek düzeyli yaratıcılık sergileyen insanlar eserlerini yaratırken bunun bazen kendi iradelerine zıt bir biçimde gerçekleştiğini ifade ederler. Ancak bu tip insanlar aynı zamanda yaptıkları işle ilgili olarak büyük bir emek de harcamışlardır. İşte harcanan bu emek yaratıcılığın kendisini ifade edebilmesi için gerekli olan zeminin oluşmasını sağlar. Eğer böyle bir zemin oluşmazsa herhangi bir şeyin ortaya çıkabilmesi imkansızdır. Örneğin zihninde çok güzel resimler tasarlayabilen bir insan eğer eline fırçayı almaz ve beyninin ellerini kontrol eden kısımlarını da iyi bir şekilde geliştirmezse ressam olamaz. Ve bu yetenek de körelir gider. İyi bir ressam olabilmek için yalnızca iyi bir vizyona sahip olmak yetmez. Eline malzemeleri alıp zihninde gördüğü o resmi tuvale aktarması da gerekir. Aynı şey besteciler için de geçerlidir. Olağanüstü bir müzikal yetenek sergileyen, zihninde müzikler yaratabilen bir insan müzik eğitimi almaz, notaları öğrenmezse, zihninde duyduklarını asla kağıda aktaramaz.
Bu yüzden yaratıcılığı geliştirirken öncelikle yaratıcı yönümüzü keşfetmek ve sonra da onun ortaya çıkması için beynimizi eğitmek gerekir. Kırklı, ellili yaşlardan sonra resme, müziğe, el sanatlarına başlayan ve çok başarılı olan bir sürü insan var. Bu insanların diğerlerinden hiçbir farkı yok. Tek farkları, kimseyi kaale almayıp bir şeyler yapabileceklerine inanmalarıdır. Hepimiz şu an yapabildiğimizi düşündüğümüzün çok ötesinde şeyler yapabiliriz. Ancak tek yapmamız gereken bunu yapabileceğimizi imgelemek ve o imgeye yürekten inanmaktır. Gerisi zaten kendiliğinden gelir.